Yaşayan Türkçe

yapmak


  • fiil Meydana getirmek, oluşturmak.


  • fiil Olmasına yol açmak, neden olmak.

    • Sınıra yerleştirilen topçu bataryalarından açılan ateş, düşman mevzilerinde büyük tahribat yaptı.

  • fiil Yol almak, ilerlemek.


  • fiil Bozulan, eskiyen bir şeyi düzeltip ona işlerlik kazandırmak, onarmak.


  • fiil Bir şeyi başka bir şey durumuna getirmek, dönüştürmek.


  • fiil Bir isteği, dileği yerine getirmek, uygulamak.


  • fiil Bir düşünceyi, isteği işe dönüştürmek.


  • fiil Derli toplu hâle sokmak, düzenlemek.


  • fiil İmal etmek, üretmek.

    • Sıktığınız portakalların kabuklarından tek kullanımlık mumluklar yapabilirsiniz.
    • Evdeki lambaları, mukavvadan yaptığı abajurlarla kapladı.

  • fiil Bir eyleme, işe girişmek, uğraşmak.

    • Yaz tatillerinde garsonluk yaparak aile bütçesine katkıda bulunuyor.
    • Tavernalarda şarkıcılık yaparak şöhret basamaklarında yükseldi.
    • Kabuksuz kuru yemiş ticareti yapan amcası, işlerini epey büyütmüş.

  • fiil Salgılamak, çıkarmak.


  • fiil Dışkıyı boşaltım sistemi doluyla dışarıya atmak, dışkılamak.

    • Alafranga tuvalete yapamıyorum ben, alışkanlık işte.

  • fiil Gerçekleştirmek.

    • Taşrada görev yaptığı yıllarda, şehirdeki debdebeli yaşantısını hiç mi hiç özlememişti.

  • fiil Tehditle, zorla birini herhangi bir duruma düşürmek.


  • fiil Başını bağlamak, evlendirmek.


  • yardımcı fiil Bir durum yaratmak.


  • yardımcı fiil Sahip olmak, edinmek.


  • yardımcı fiil Birine meslek kazandırmak, yetiştirmek.


  • fiil Hareket etmek, davranmak.

    • Çoğu mirasyedinin yaptığı gibi parasını saçıp savurdu.
    • Yaptıklarından kesinlikle hicap duymuyor, dahası milletle alay edip pis pis sırıtıyordu.

  • fiil Gerçekleşmek, olmak.


132