Yaşayan Türkçe

yakmak (I), yakmak (II), yakmak (III)

yakmak


  • fiil Kına, yakı vb.ni koymak, sürmek. (I)


  • fiil Yanmasını sağlamak, tutuşturmak. (II)

    • Şömineyi bir an önce yaksan iyi olur, iliğim kemiğim donacak yoksa!
    • Ne çakmak var ne de kibrit, sopaları birbirine sürterek ateş yakacağız.

  • fiil Ateşle yok etmek. (II)


  • fiil Işık vermesini sağlamak. (II)

    • Yemeğe oturmadan, ocaklıkta bulundurduğu lüksü yakıp duvara astı.

  • fiil Isı etkisiyle zarar vermek. (II)

    • Kızgın çaydanlığa değdirip yaktığı elinin acısıyla çığlık attı.

  • fiil Keskin, sert, acı vb. bir his oluşturmak. (II)

    • Keskin bir koku yaktı burnumu, odanın ahşap zemini yeni verniklenmiş meğer.

  • fiil Yanma hissi oluşturmak. (II)


  • fiil Zarar vermek, kurutmak. (II)


  • fiil Çok sıcak olmak. (II)

    • Güneş öyle yakıyordu ki üstüm başımla havuza daldım, millet delirdiğimi sandı.

  • fiil Siyahlaşmasını sağlamak, karartmak. (II)


  • fiil Çok üşütmek. (II)


  • fiil tıp Tedavi amacıyla doku, damar vb.ni dağlamak. (II)


  • fiil Silahla vurmak. (II)


  • fiil Büyük ölçüde zarar vermek, mahvetmek. (II)


  • fiil Sevgi, aşk vb. bir duygu uyandırmak. (II)


  • fiil Ücreti ödenmiş bir hizmetten faydalanmaktan vazgeçmek. (II)


  • fiil teklifsiz konuşmada Etki uyandırmak, ilgi çekmek. (II)


  • fiil Türkü, ağıt vb. düzenlemek, bestelemek. (III)


81